KONUYU OKU
27. TEKNOLOJİ VE MEDENİYET
Felsefe Ve Felsefenin Öz Eleştirisi
Vahye Karşı Dünyevileşme Yani Sekülarist Mücadele

C) VAHYE KARŞI DÜNYEVİLEŞME YANİ SECULARİST MÜCADELE

 

1) Hz. Âdem’den beri Peygamberler, ard arda Allah inancını getirmişler ve yalnız Allah’ a kulluğa çağırmışlardır,

 

2) Buna karşı Antik felsefe ise genellikle insanı merkeze alarak ve adeta onu bir nevi tanrılaştırarak fizik ötesini ise reddetmiştir,

     

3) Ortaçağda ise kilise otoritesi insan iradesini ipotek altına almıştır,

 

4) Yeniçağda;

a) Rönesans ve reformla tekrar insan ölçü alınmıştır,

b) Felsefi ve bilimsel çalışmalarla dini otoritelere karşı gelinerek Fransız ihtilali ile bir noktada kilisenin hâkimiyetine son verilmiştir,

      c) Antik ve mitolojik Yunan inancına göre;

                  a) Promete’ nin ateşi çalması ile tanrının işlevini bir nevi bitirmiştir,

                  b) İnsanı dünyanın tanrısı haline getirmeye çalışmıştır,

                  c) Promete’ nin takipçisi Batılı ya da batılılaşan insan dini işlev dışına iterken aklı, bilimi, ekonomik gücü, teknolojiyi, toplumu ve en güçlü kurumları birer yol gösterici olarak tanımakla bir yandan da çok tanrıcılığı tesis etmişlerdir.

d) Çalınan bu ateşi baz alıp ve sahip oldukları gücü kullanarak;

                  a) Tanrı ve Tanrı’ ya ait ne varsa yakmayı, yıkmayı ve tanrıyı ve değerlerini yeryüzünden kovmayı amaçlamıştır,

                  b) Hayatı yalnız bu dünya ile sınırlandırmış, öbür dünya ile bağları koparmıştır,

                  c) Kendine has uygarlığını sil baştan kurmaya çalışmış bunun için de;

                             a) Bir yandan dini toplumsal hayatın dışına itmiş ve özel hayatla sınırlandırmıştır,

                             b) Bir yandan kendine göre toplumsal hayatı kutsaldan uzaklaştırarak şekillendirmiştir.   

 

BU BAĞLAMDA GÜNÜMÜZDEKİ LAİK YAKLAŞIMI ANALİZ EDERSEK

 

a) Laiklik Promete mitolojisinden esinlenmiş ama üzerinde tüm uluslarca birleşilmemiş bir görüş olmasına rağmen pozitivist bir uygulamadır. Bize Fransa’ dan gelmiştir ama dünyada Fransa ve Türkiye dışında da pek polemiği yapılmamaktadır,

 

b) Laiklik Fransız devrimi ile Batıda resmen başladığı halde Kur’an’ da;

 

1) Araf 14 - 15 / 150’ ye göre şeytana kıyamete kadar müsaade edildiğinden,

 

2) Gaşiye 21-22 / 592’ ye göre “ sen bir anlatıcısın, sen bir zorlayıcı değilsin “

 

Ayetlerinden dolayı Hz. Peygamberimiz vahyi doğrultuda tebliğ yaptığı için laiklikten daha geniş ilahi bir demokratik tavır sergilenmiştir. Örneğin savaşta bile kiliselere, ayinlere, eğitim ve öğretimlerine müdahale edilmemiş, mallarına ve namuslarına zarar verilmemiş bilakis korunmuştur. Hz. Ömer bile Kudüs’ e geldiğinde gelecekte kiliseye müdahale edilmesin diye kilisede görüşme yapmasına rağmen namazını kilisenin dışında kılmıştır. Ancak zamanla bazı bölgelerin müslümanların ellerinden gitmesi ile azınlık olanlara İslam’ ın koruyucu uygulamaları emperyalistler tarafından gasp edilince azınlıklar “Eyvah! İnsani haklarımız elden gidecek.“ diye feryat edip üzülmüşlerdir. İnanmadıkları halde İslam’ ın koruyucu elbisesini istemişlerdir.

 

c) Teorik olarak günümüzde laiklik bunun yerini doldurmaya çalışırken tüm dinlere ve ibadetlerine özgürlük tanıyan, aynı mesafede ve ön yargısız yaklaşan pozitif yaklaşımlı demokratik ve laik bir bakış toplum istikrarına ve İslam’ ın lehine katkıda bulunursa; belki, bazı kimsenin bir itirazı olmayabilir. Çünkü özerklik verme ve özgür bırakma hem inançların, hem ilmin hem de kişiliğin gelişmesine yardımcı olacaktır. Buna karşı bağımlı ve baskılı negatif bir uygulama olursa korku ve endişe verirse bu da insanları evde ayrı, işte ayrı gözüken çifte bir kişiliğe itecektir.

 

d) Saf bir niyetle; dini, kirlenmiş siyasi tartışmaların üstünde tutmak ve çıkarcılardan korumak isteyen ve dinlere güvence iddiası ile ortaya çıkan, gerçekten tarafsız savunuculara bir sözümüz yoktur zira;

- Batı ülkelerindeki liderlere İncil üzerine el basarak yemin ettirirken,

- Silinmesi istenen ama hâlâ doların üzerinde “ biz Allah’ a inanıyoruz “ yazısı varken,

- Bir papaz en doğal hakkı olarak özerk okul açarken, patrikhaneye ekümenlik istenirken,

- İsrail’ de Musevilik, Batı da Haçlılık her şeyi yönlendirirken bazı İslam ülkelerinde özellikle laiklik adına delilsiz ve yersiz şüphelerle baskı yapılırsa ya da çıkar gruplarının, lobilerin eli ile dini geri plana iten negatif bir yaklaşım sergilenirse, böylece aslında savundukları hem demokratik cumhuriyete hem de pozitif laikliğe ters düştüklerini gösterir. Ayrıca Batıda ruhani liderler büyütülürken İslam coğrafyası dini bakımdan başsız, mazlumlar ise bir nevi sahipsiz kalırsa, gayri memnunlar zorunlu olarak çoğalacaktır.

 

Üstelik İslam ülkelerinde;

      a) Halkını laik - anti laik diye ayırarak bölücülük yapıldığı polemik konusu olmaktadır,

      b) Bazı kurumların inşaatında: İnsanların her ihtiyacı düşünülürken ne acı ki mescidin düşünülmediği görülmektedir,

      c) İslam ülkelerinde bazen din görevlileri kerhen atanırken, azınlıklara, okullarına, vakıflarına, toprak satarak ticaretine daha fazla özgürlük verilirken, bu tavrın Hıristiyanlığa zemin hazırladığı ve Yahudi lobilerine ve Avenjelizme güç kattığı ve etki alanlarını artırdığı görülmektedir. Böylece, savunulan laiklikte çiğnenmektedir,

      d) Buna karşı İslam coğrafyasında uyanık müslümanlara şüphe ile yaklaşarak eğitim, öğretim ve ekonomik konularda engellemelerle gizliden gizliye ellerinin ve kollarının bağlanmasına, bu nedenle inançlı halkın devletine kırılmasına neden olduğu da görülüyor,

      e) Sermayenin rengi olmamasına rağmen yeşil sermaye bahanesi ile bazen yöneticiler kendi vatandaşına bile engeller çıkararak, insan kaynağını ve sermayesini boşa harcayarak veya yabancı ülkelere kaydırarak ülkenin gelişmesine zarar verdiği acı bir gerçek olarak bilinmektedir.

      f) Hâlbuki halk yığınları Amerika ve diğer gelişmiş ülkelerde olduğu gibi inançları ne olursa olsun ekonomik, dini ve kültürel bakımdan kalkındıkça kaynaşmakta, ülkesini, yönetimini ve yöneticilerini sevmekte ve sahip çıkmaktadır. Fakat toplum fakirleştikçe, faaliyetleri, inançları, dini eğitimleri engellendikçe halkın çalışma azmi kırılmaktadır. Böylece öfke, nefret, bunalım, isyan ve ayrılık rüzgârları esmekte ve ortam misyonerlere, provokatörlere hurafecilere, medyumlara, ıssız sokaklar da her geçen gün uyuşturucu ve namus tüccarlarına ve tinercilere, kapkaççılara kalmaktadır. Marifet insanı saf dışı etmek değil, insanı vatana, millete, hizmete katmaktır.

 

Evrensel Bazda Laikliği, artı ve eksileri ile objektif olarak değerlendirirsek;

1) Laiklik; aslında Hıristiyanlığın doğmalarına, aksaklıklarına bir tepki olarak doğmuştur. Ruhban sınıfının ilmi, ekonomik ve sosyal gelişmeleri engellemesi üzerine Fransız devrimi ile papalık siyasetin dışına itilmişti ama haçlı ruhu hiçbir zaman sönmemiştir. Bugünde laikliğe rağmen hem Avrupa Birliğinde hem de ABD’ de Hıristiyanlık esas belirleyici faktör olmaya devam etmektedir.

 

2) Laiklik; papalıkla siyasetin, hukukun, eğitimin ve ekonominin biri birine karıştırılmaması ve ayrı ayrı kurumlar olarak çalışması fikrinden doğmuştur ama ahlak ve maneviyattan uzak bir ekonomi zamanla hortumculara, eğitim-öğretim bir noktada ticarete alet edenlere, siyaset çıkar ve baskı gruplarına, hukukun gecikmesi de ortamı bazı ülkelerde mafyaya terk ettiği görülmektedir.

 

3) Ruhbanlığın İslam’ la hiç ilişkisi olmadığı halde sadece Hıristiyanlığa ait özel bir problem olmasına rağmen her nedense genelleştirilerek sunulmuştur. Olaylara bakarsak adeta papa içeri, âlimler dışarı denmektedir. Aslında ülkemizin meselesi laik ve İslam gerilimi değildir. Mesele aslında Batı’ nın İslam’ a karşı küslüğü ve gerilimidir. İslam coğrafyasının bu gerilimin arasında kalması ve Batı’ nın dümenine gitmesidir. Bunlardan kurtulmanın yolu daha çok gelişmiş demokrasi, daha çok pozitif laikliğin, daha çok adalet ve ifade özgürlüğünün geliştirilmesi ve İslam’ la barışık yaşanmasına bağlıdır. Bu nedenle bir devlet ben laik’ im diyebilir ama fertleri zorlamamalıdır.

 

4) Negatif laik yaklaşım her demokratik gelişmeyi laikliğe karşı bir tehlike görmüş, yaygara ve korkutmalarla kimlik ve kişilik karmaşasını doğurmuştur. Ayrıca;

      a) Kutsaldan uzaklaştırdığından ötürü toplumu dini bir uygarlık idealinden, manevi dinamizminden ve değer yargılarından da uzaklaştırmakta, şehvet ve menfaat şebekeleri toplumsal kontrolü zorlaştırmaktadır,

      b) Bu yaklaşım toplumsal çözülmeyi ve bireysel menfaatçiliği arttırmakta,

      c) İnsanı mide, zevk ve rahatını düşünen yani zevkperest bir yapıya itmektedir ki bu da toplumun tarihi yürüyüşüne bir pranga olmaktadır.

 

5) Din sadece kültür olarak verilirken sanayi gelişmekte, nüfus artmakta, ideolojiler cirit atmakta ve modernizm yayılmaktadır. Bunların ilacı maneviyat olmasına rağmen toplumların maneviyatsız bırakılması içten içe çürümeyi artırmakta ve insan değerini de düşürmektedir.

 

      6) İslam inancına daha derinden bakarsak; din ve dünya ayırımı yoktur. Çünkü din ve dünya beden ve ruh veya etle tırnak gibi birbirinden ayrılmaz. İş ve ibadet iç içedir. Zira dünya ahiretin tarlasıdır.

 

      Sonuç olarak unutmayalım ki Allah insanları özel veya tüzel olarak kendinden uzaklaşsınlar ve uzaklaştırsınlar diye değil kendine kulluk yapsınlar diye yaratmıştır. Çünkü toplumların manevi bir ideali kalmazsa çalışma şevkleri de kırılır. Sonra dinden uzaklaştıkça menfaat savaşları ile artan stres toplumsal çatlağı büyütür ve böylece bunalımlar, cinayetler, patlamalar, cinnetler arttıkça artar. Bu da emperyalistlerin işine yarar. Çünkü insanlar değiştikçe toprağın sahibi değişir ve vatan tehlikeye girer.

Hayatın seculerleşmesi dünyevileşmeye, modernizme, Rab inancını hayattan kovarak adeta insanın kendisini bir nevi firavunlaşmaya, azgınlaşmaya götürmektedir. Bunlar bilinmedikçe insanlık laik olduğu değeri bulamayacaktır.