KONUYU OKU
27. TEKNOLOJİ VE MEDENİYET
Felsefe Ve Felsefenin Öz Eleştirisi
Kısaca Günümüzdeki Kültür Ve Düşünceleri Etkileyen Felsefi Görüşler Ve Eleştirileri

B) KISACA GÜNÜMÜZDEKİ KÜLTÜR VE DÜŞÜNCELERİ ETKİLEYEN FELSEFİ GÖRÜŞLER VE ELEŞTİRİLERİ

 

1) Eleştirisiz olarak bilginin doğruluğunu kabul eden dogmatizme tepki olarak;

      a) Şüphecilik doğmuş şüphe etmek için şüphe etmeyi amaç edinmiştir.

      b) Bu düşüncede genel geçer ve değişmez hakikatlerin olamayacağı savunulmuştur,

 

2) Şüphecilere karşı;

Doğru bilginin mümkün ve mutlak olduğunu savunan akılcılık yani Rasyonalizm doğmuş ve öncülüğünü de çok ünlü filozof olan Sokrates yapmış ve bilginin doğuştan geldiğini savunmuş; “öğretmen yeni bilgi vermez, sadece uyumakta olan bilgileri uyandırır” der. Hâlbuki Allah Nahl 78 / 274’ de Siz hiçbir şey bilmezken Allah sizi analarınızın karnından çıkardı ve size kulaklar, gözler, kalpler verdi ki ( iman edip ) şükredesiniz. “ buyurmaktadır.

 

3) Eflatun;

      a) Akılcılığı geliştirerek sistemli hale sokmuş,

      b) Duyuların yanıltabileceğini ama aklın gerçek bilgiyi yansıtacağını savunmuştur.

      c) Tüm düşüncelerinin temeline ideaları koyarak açıklamaya çalışmış,

      d) Vahyi dışlayarak sadece akılla yola çıkanlar, hâlâ doğru bilgi ve davranışı bulamamışlardır.

 

4) Aristo ise bilgiyi;

      a) Hem deneyle,

      b) Hem de mantıkla ve özellikle tümden gelim metoduyla olacağını savunmuş ve uzun zaman etkisini sürdürmüştür.

      c) Çünkü İslam coğrafyasında yıllarca bilim teknik ve Kur’an üzerinde araştırma yapılması gerekirken, Aristo’ nun fikirleri üzerine şerhler yazmakla uğraşmışlardır.

 

5) Descartes (Dekart);

Şüpheyi araç edinerek açık seçik bilgiye ulaşacağını savunur.

Düşüncelerinin temeline “ düşünüyorum o halde varım ” önermesini koymasıyla ün yapmıştır.

Felsefesinde olaylara ve varlığa sebep sonuç yöntemi ile yaklaşarak en sonunda Allah inancına ulaşmıştır. Bu bir başarıdır. Ancak Allah dilerse sebepsiz olarak da dilediği şeyi yarattığı da bilinmelidir.

 

6) John Locke ve David Hume bilginin kaynağını deney olarak görürler;

      a) Ama deney sadece fen bilimleri ile sınırlı kalmıştır,

      b) Bu düşünce nasılı anlatmış ancak niçine cevap verememiştir, buna rağmen bilimselciler; bilimden başkasını tanımayız demekle bilimi din haline getirme saplantısına girmişlerdir.

      c) Bu yaklaşım vahyin ışığını görememesinden ötürü insanlığın çok yönlü bilgilendirilmesinde eksik kalmış, Allah’ ı doğruyu ve mutluluğu bulmasında bir aczi yaşatmaktadır.

 

7) Kant ise uzlaşmacı bir filozof olarak;

      a) Bilgilerin deneyle başlayıp fakat deneyden çıkmadığını,

      b) Deneyi bilginin ham maddesi olduğunu,

      c) Bu deneyin aklın kalıplarında işlenerek bilgiye dönüştüğünü savunur.

      d) Ahlak felsefesinin temeline;

                  1) Öyle hareket et ki hareketin başkalarına ilke ve kanun olsun,

                  2) Ziyafete dönük bir eylemi ahlaki olması için: menfaat için değil insanlık gereği yapmalı derken; buna göre bir satıcı ikramını çıkar amaçlı yaparsa pek ahlaki olmaz görüşündedir.

                  3) Ödev duygusunda ve zamanlamadaki dakikliği ile ün yapmış takdire şayan bir filozoftur.

      e) Almanya’da ilim müzesindeki doktorasının üzerine kendi eli ile besmele yazmasına rağmen Kant’ ı bizlere aktaranlar ne acı ki olduğu gibi değil kendi isteklerine göre anlatmışlardır.

 

8) Hegel ve Marks diyalektik ilkesi daha önce İslam coğrafyasında içtihat olarak uygulanmıştır;

      a) Toplumda ve düşüncelerde çelişkilerin ve zıtların çarpışması sonunda zorunlu değişme ve gelişmeyi hazırladığını iddia etmişlerdir.

      b) Pozitif diyalektik globalleşen dünyada her düşünen insan için çok gereklidir ama bundan da en çok materyalistler yararlanmıştır.

 

9) Auguste Comte ( 1798 -1857 ) ise,

      a) Pozitivizmin kurucusu olup metafizik düşünceye bir tepki olarak doğmuştur.

      b) Bilgiler duyularımızın eseridir ama bu bilgiye doğa yasaları ile ulaşılır,

      c) Bu yolda ilerleyerek bir takım deneylerle gelecek olaylar önceden kestirilebilir,

      d) Auguste Comte mevcut Hıristiyanlık ve değer yargıları toplumu yönetemeyeceğinden yeniden toplum düzeni kurmalıdır iddiası ile yola çıkarak,

      e) Allah inancı yerine insanlığı, ermişlerin yerine bilginleri, ibadetlerin yerine insanlığa hizmeti savunmuştur, yani insanlığı mabut ( tapılacak büyük varlık ) olarak kabul etmiştir,

      f) Böylece görmediğime inanmam söylemiyle Allah inancından kopmuş ve adeta ölümsüzleşmek için sadece insanlığa hizmeti ibadet saymıştır,

      g) Düşlediği toplumsal birliktelik için, tarihi üç safhaya ayırmıştır;

                  1) Teolojik (dine bağlı) açıklama dönemi,

                  2) Metafizik (varlıkların gerisinde gizli bir güçle ya da soyut ifadelerle bir açıklama döneminin) safhaları sayar ve bunu cuntacı döneme benzetir.

                  3) Pozitivizm bilimsel açıklama dönemi (maddeciliğe bürünmüş ve gelişmiş endüstriyel bir hayatı her şeye yön verici olarak kabul etmiş) bunu insanlığın varacağı bir son bir gerçek ve olgunluk dönemi olarak görür, ayrıca bu durumu en gelişmiş demokratik ve laik dönem olarak da düşünmüştür, 

      h) Bu yaklaşım planlama konusunda ufuk kazandırmışsa da maddenin ötesini kabul etmemekle öze inememiştir.

      I) İnsanları kutsaldan uzak bir maddeci yaşam modeline yöneltmiştir.

      i) Sonuçta derin bir değerlendirmede bulunursak;

                  1) Maddeci bir yaşam tarzı ile secularist mantıkla dini hayattan dışlayarak ve dindarı küçümseyerek yaklaşan ve modernist bir geleneğinin doğmasına, buna karşı 1860’ dan beri İslam coğrafyasına giren batılılaşma süreci ekonomik artıları yanında dini; küçük çocuklar ve geri toplumlar için normal görüp, ileri toplumlar için gereksiz görmesi, birçok eksileri nedeniyle haşarat mantıklı, hortumcu zihniyetin  üremesine ve yavuz hırsızların  ev sahiplerini bastırmasına neden olmuştur,

                  2) Ayrıca Allah’ ı değil de insanlığı ilahlaştırmakla arkasından milyonlarca insanın inanç mağduru olmasına ve onların dünya ve ahiret mutluluklarının engellenmesine neden olmuştur.

 

Sonuç olarak Auguste Comte’ nin o gün tasvir ettiği ve düşlediği pozitif dönemin yani teknoloji ve teknoloji sonrası post modern bir hayatın bugün egemen olduğunu görmekteyiz;

      a) Bu düşünce özellikle bazı siyasi, ekonomik ve teknik gelişmeleri etkilemiştir,

      b) Birlik ve mutluluk getireceğini savunduğu bu düşüncenin bütün gelişmelere rağmen temelinde inkâr bulunmasından dolayı bugün insanları ne kaynaştırdığını ne de mutlu ettiğini hâlâ görememekteyiz.

      c) Aksine teknoloji sonrası post modern bir hayatı doğurarak belirsizlikler yumağı oluşturmuş ve intiharların, cinsi sapıklığın, tecavüzün, sömürünün, karmaşanın, bunalımların ve savaşların korkuların ve gözyaşlarının arttığı çok tanrılı sözde bir uygarlık oluşmuştur.

 

10) Pragmatizm uygulama, iş, eylem ve yaşam felsefesidir, yaşayış için elverişli olan iyi ve doğrudur. Bu görüşte hakikatle fayda birbirine karışmıştır.

Öncüleri William James ve John Dewey’ dir,

William James’ e göre; faydalı olan iyi, iyi olan da faydalıdır, işe yarayan, fayda sağlayan her şey hakikattir, yaşama elverişli olan her düşünce doğrudur, örneğin bu görüşe göre bilim öngörü verdiğinden ve doğaya egemen kıldığından dolayı iyidir,

John Dewey ise iyiye, faydaya bir ahlak ölçüsü gibi bakar ve iyiye, doğruya, faydaya götüren, büyüten ve geliştiren olarak görür. Örneğin bireyin kendini geliştirmesi de bir iyidir,

      a) Pragmatistler fayda, menfaat ve mutluluk veren şeylerin iyi ve doğru olduğunu savunmuşlardır,

      b) Bu görüşe göre din, bilim vs. mutluluk ve fayda verdiği müddetçe iyidir.

      c) Bu düşünce güçleneni veya güçlüyü destekler, zayıf düşmüşse terk eder,

      d) Pozitivizm yayıldıkça pragmatizm de yayılmaktadır.

      e) Haram ve helal sınırlarını düşünmeden menfaat veren şeyleri iyi görürsek toplumun çürümesine göz yummuş oluruz ki bu gerçekten büyük bir gaflettir,

      f) Namus ticareti, içki, kumar vb. gelirlere bile haram olması açısından değil de menfaat sağlama açısından yaklaşmak pragmatizmin bir yansımasıdır. Hâlbuki toplumlar parasızlıktan değil ahlaksızlıktan yıkılmışlardır,

      g) Bugün Pragmatizmin verdiği motivasyondan ve yeni oryantalizmden esinlenen Batı ve Amerikan siyaseti;

                  1) Dünya ile bilimsel, teknik ve kültürel bir savaş yapmaktadır,

                  2) Ve bu savaşla elde ettiği gücü mazlum milletlerin yaralarını sarmaya değil mevcut kaynaklarını yağmalayarak sömürmeye, kan ve gözyaşlarını akıtmaya kullanmaktadır,

      h) Bunlardan da anlaşıldığına göre;

                  1) Bu görüşün negatif yönü pozitif yönünden daha ağır basmıştır,

                  2) İnsanlar çok para kazansa da, para kıymetlendikçe insanın değeri düşmektedir, hâlbuki para ve benlik duygusu er geç sıcak bir eve değil bazen huzursuz bir huzurevine götürmektedir.

                  3) Dünya kalabalıklaştıkça menfaatin öne geçmesinden dolayı insanlar yalnızlaşmakta ve biz duygusundan, sıcak bir dostluktan mahrum kalmaktadırlar.

 

Sonuç olarak; İslam bilinmeyince batılı felsefe çok ilginç geliyor, ama İslam bilinince Batı kaynaklı felsefenin ne kadar sisli ve bulutlu, İslam düşüncesinin ise ne kadar çaplı olduğu görülecektir.

Bu pragmatist görüşle yaşanılan dünya hoşumuza gitmese de çalışarak istediğimiz bir dünyayı kurabiliriz fikri ağır basmaktadır ama görünen o ki aşırı pragmatizm ve ateizm özlenen olgunlaşmaya engel olmaktadır. Zira gittiği yerlerde veya öz yurtlarında bile bir türlü huzurlu bir düzen kuramamaktadır. Çünkü bu özlenen dünyayı, gözünü menfaat bürümüş insanlar değil ancak İslam’ i düşünceye sahip geniş ufuklu, kâmil insanlar oluşturabilir. Tarihi tecrübeler göstermiştir ki kamil insan da ancak vahyin ışığında yetişmektedir.

 

11) Din felsefesi;

a) Nereden gelip nereye gidiyoruz? Ruh ölümsüz mü?

      b) Allah ve ahiret var mıdır? Vahiy mümkün mü?

      c) Gibi sorular sorup akılla cevaplandırmaya çalışırken iki gruba ayrılmışlar;

 

1) Bazıları, bazı hurafeler ekleseler de, Allah’ın varlığını kabul edenler;

Teizm taraftarları; her şeyi, yaratanın varlığı ile açıklamışlar.

Deizm taraftarları; evreni yaratmış, yasasına göre işlemeye terk etmiş.

Panteizm taraftarları; tanrı ile doğayı özdeş saymış.

Monoteistler ise; yaratanla yaratılanı farklı görmüşler.

          

            2) ALLAH’IN VARLIĞINI KABUL ETMEYENLER VE BUNLARA CEVAPLAR İSE;

 

 1) Ateizm ( Tanrı tanımazlık ) evreni, yine evrene dayarak açıklarlar, doğa üstü bir gücü redderler;

      a) Tanrı tanımazlık: Eski Yunan’ da Prodikos’ la başlayıp Thales, Demokritos, Epikuros, sonra Romalı Epiktatos ve Batı da Feuerbach, Marks, Lametrie, Holbach’ la devam etmiştir.

      b) Günümüzde de bu gelenek;

                  a) Hâlâ vahyi anlayamamış,

                  b) Tüm bilimsel ve teknik gelişmeler gibi hak dine bile tarihin bir ürünü gibi yaklaşmış,

                  c) Bir kısmı madem yaratıcı var, neden kötülükleri önlemiyor, kaosuna saplanarak müslümanların anladığı ve inandığı Allah inancını da reddetmişlerdir.

                  d) Nietzche ve J. P. Sartre ise din ve ahlakla savaşmışlardır. Daha da ileri giderek madem Allah varsa neden kötülükleri önlemiyor? diye itiraz etmişler ve bu açıdan    Allah’ ın olmadığını ispata çalışmışlardır.

                  e) Hâlbuki Allah akıl, göz, kulak vermiş, peygamber ve kitap göndermiş, imtihan için insanı iyilik veya kötülükte serbest bırakmış, mükafat ve cezayı da ahirete bırakmıştır. Ayrıca;

 

Fatır 45 / 439 - Eğer Allah insanları yaptıkları günahlar yüzünden yakalayıp hesaba çekiverseydi yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı… buyurmuştur.

 

Bu ayete göre insanları suçları üzerine öldürseydi hem canlı kalmamasına hem de kulluk sınavına kopya vermesine neden olacağını düşünemeyerek hem kendilerini hem de taraftarlarını karanlığa saplamışlardır.

 

2) Nihilizm ( Hiçcilik );

      a) Eski Yunan’ da Gorgias’ın hiçbir şey yoktur, olsa da bilemezdik, bilsek de bilgilerimizi başkasına aktaramazdık, düşüncesi ile başlar. Günümüzde Jean Paul Sartre ve Friedrick Nietzsche vs. ile devam eder,

      b) Bunlara göre din ve ahlak kuralı yoktur,

      c) Bu düşünce insanı en üstün varlık olarak kabul ederken insan kendinden üstün bir varlık (tanrı) tanımakla kendini küçültmüş olur görüşündedir ve bu tavrı ile hiçbir güce boyun eğmemeyi ilke edinmiştir,

      d) J. P. Sartre düşüncelerinde kalem yazmak, bıçak kesmek, sandalye oturmak içindir, böylece nesnelerin görevi belli, kendilerini değiştiremezler ama insan böyle değildir, o boşluğa fırlatılmış olarak vardır, bu nedenle insan önce özünü ve görevini belirlemek, değişmek ve geleceğe yönelmek zorundadır, iddiasında bulunmaktadır.

      e) Halbuki kainatın görevi, eşyanın görevi ilahi sanatı yansıtmak ve varlıkların görevi kullara hizmettir, insanın görevi de bu sanatın sahibini anlamak ve Zariyat 56 / 522’ ye göre yalnız Allah’a kulluk yapmaktır.

      f) Halbuki, Nihlist yaklaşım; insanın görevi belirlenmemiş demekle, her şeyi yaratan, yöneten ve nimet veren Allah’ a karşı bir nankörlük ve küstahlık yapılmaktadır.

 

Oysa Allah olacak ve söylenecek sözlere karşı şu cevapları önceden vermiştir;

1) İnfitar 6 / 586- Ey insan! İkramı bol olan Rabbine karşı seni aldatan ne?

2) Tur 35 / 524 - Yoksa onlar, bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa bu yaratmayı yapanlar onların kendileri mi?

 

3) Agnostisizm ( Bilinemezcilik );

      a) Eski Yunan’ da Protagoras öncülüğünde sofistler ile başlar, D.Hume ve 19. yy. da T. H. Huxley ile ve 20. yüzyılda Albert Camus’ la devam eder,

      b) Tanrı var mı? Yok mu? Bilemeyiz ve dinleri Tanrı’ ya bağlıyamayız iddiasında bulunurlar.

      c) Bunlara göre evren uyumsuzdur, bilinemez, insanın bilebileceği tek şey kendisidir ve bu nedenle de kendisi ile yetinmelidir diye bir saplantıya girmişlerdir.

      d) 1970 te ölen B. Russell “ Tüm bu karmaşaya rağmen Tanrının yokluğunu ispat edecek bir delil de bulamıyoruz “ demiştir.

 

Filozofların bilinemez dedikleri şeyler direkt veya endirekt olarak Ku’an’ da haber verilmiş, hak ve batıl açıklanmıştır. Hâlâ bilinemez demek güneşe karşı gözü kapamaya benzemektedir. Halbu ki aşağıdaki ayette;

 

Enam 59 / 133 - ...  Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.

Buyrulmuştur.

 

BATILI ANLAMDA OLUŞAN DÜŞÜNCE TARİHİNİ VE DİN FELSEFESİNİ SORGULAYACAK OLURSAK

 

1) Sistemli olarak yaklaşık 2.500 yıldır düşünürler aklı ilk çağdan günümüze kadar çalıştıra çalıştıra, koştura koştura bir birikim sağladılar ancak felsefe bilim ve teknolojiyi, bilim ve teknoloji de felsefeyi karşılıklı olarak kamçılamıştır. Felsefenin yerine göre artıları ve eksileri olmuş, birçok başarıya imza atmışlardır, amacımız kötülemek değil ama genellikle attıkları taşın vahyi araştırmamalarından ötürü nereye düştüğünü de görememişlerdir. Zira Mü’min 83 / 475 Çünkü onlara peygamberleri, delillerle geldikleri zaman, kendilerinde bulunan ilme güvendiler de o alay ettikleri şey onları kuşatıverdi. Ayetinde belirtildiği gibi bunlar da kendi bilgilerine güvenip hakkı araştırmadılar ve çoğunlukla kaybettiler.

2) Araştırmacıların çoğalmasına, kalın kalın kitaplar yazılmasına rağmen bir idea, bir geist, bir monat düşüncelerini ne üretenler, ne aktaranlar, ne de dinleyenler bile vahyin ışığında analiz yapabilmiş değillerdir, çünkü vahye gözünü kapayarak el yardımı veya bir başka baston ile yürüdüklerinden kayda değer önemli bir sonuç alamamışlardır, yani varlıklardaki ilahi sırra ve Allah’ a doğru bir ibadet yapma bilincine ulaşamamışlardır

3) İlk çağdan bugüne kadar birçok filozofun vahiyle ilgilenmemesinden ötürü düşüncelerini sağlam bir temel üzerine oturtamadıklarını, madde ve dünyayı sonsuz olarak değerlendirdiklerini ve yoktan yaratıldığını keşfedemediklerini ve böylece Allah ve çok tanrıcılık arasında bocalayıp durduklarını görmekteyiz.

 

Bazı filozoflarda Allah’ ı kabullense de;

      a) Sıfatlarını anlayamadılar,

      b) Benzersiz olduğunu göremediler,

      c) Bu âlemin sebebini açıkça söyleyemediler,

      d) Allah’ ın varlığını, her şeyi ayrıntılı olarak bildiğini bir türlü ifade edemediler,

      e) Yer, gök ve arasındakilerin hayat ve zikir sahibi olduklarını anlayamadılar,

      f) Hakkında az bilgi verilen ruh hakkında doğru bir fikir yürütemediler,

      g) Cennet, cehennem ve diriliş için ya ebedi problem dediler ya da hiç kabullenmediler,

      h) Olaylara ya tabiat kanunu dediler ya da sebep sonuç prensibi ile baktılar ama Allah’ ın sebepsiz olarak da ol emri ile bir şey yaratabileceğini anlayamadılar.

4) Vahyi dikkate almayan veya dini yetersiz gören bu kafa ilk çağdaki Demokritos’ tan bugünkü var oluşçuluğun inkârı seçen taraftarlarına kadar, zanla hareketleri nedeniyle gerçek bir sonuç alamadıkları gibi böyle gittikçe hiçbir zaman da sonuç alamayacaklardır. Çünkü Nahl 17 / 268’ de “ Hiç yaratan varlık yaratmayana benzer mi? hâlâ düşünmeyecek misiniz? “, buyrulduğu halde Batıda ve Doğuda birçok düşünür yaratan (Baki) ile yaratılanı (faniyi) bir ve aynı görerek panteizmi savunma hatasına düşmüşlerdir. Zaten Gazali “ filozoflar çok ince meselelerle uğraştıklarından halk onları çok bilgili zanneder ama onlar; çok şey bilmezler “ derken Bediuzzaman’ da “ olaylara felsefi olarak bakmayı siyah gözlük takmaya benzetmiştir ”.

5) Öyle ise akıl vahyi bilmeden hakkı bir noktada bulsa da birçok noktada bulamadığı için gücünü bilim ve teknoloji yanında bir de vahyi incelemeye ve ona göre yaşamaya kullanmalıdır.

6) Geniş açıdan bakarsak felsefenin etkinliği ile bir noktaya kadar olmuştur.

      a) 20. yy. da dünya genelinde barış ve insan hakları korunmaya çalışılmıştır.

      b) 21. yy. da genellikle felsefi ve insancıl yaklaşımı geri plana iterek Musevi ve Haçlı lobiler ittifakını ön plana geçirmişler ve birçok şey Pragmatizme alet edinirken bunlar Pragmatizmi bile Avangelizme alet etmişlerdir.